FUKAHA-İ KİRAMIN NAKİLLERİNİN

HULASASI VE BA’ZI İZAHAT

 

MÜCTEBA SAHİBİ EHL-İ SÜNNETTEN DEĞİLDİR

 

         Bazı müteahhirinin bu sözlerini beğenenler, (Bahr) ve (Mücteba) kitablariyle bir de (Zahidi) olduğu görülüyor. (Zahidi) nin birçok kitabları olup bu kitabların içinden (Günye) kitabının sahibi denmekle meşhurdur. (Mücteba) kitabı da (Zahidi) nin olduğunu (İbn-i Abidin) şu suretle anlatıyor: (Mücteba) kitabı, (Gunye) kitabının sahibi (Zahidi) nindir. (Gunye) ise rivayeti zaiflikle meşhur bir kitabdır diyor. (97) (İbni Abidin C. 1, S. 59 Taharet bahsi) Ve yine İbn-i Abidin diğer bir bahiste bu sözü şöyle izah ediyor: Şeyhimiz muhakkık (Hibetullah), (Eşhab) şerhinde diyor ki: Şeyhim, allame (Salih Cinini) den işittim ki (Zahidi) nin (Gunye) si gibi, zaif sözleri nakleden kitab ile fetva vermek; caiz değildir. Meğer ki; o sözün kökü sağlam olduğu başka suretle malum ola, demişti. Şeyhim ise ilm-ı fıkhda meşhur bir allamedir. Eğer bu sözde bir vebal varsa kendine aittir. Ben kendisinden işittiğimi söylüyorum, diyor. (98) (İbni Abidin C.1, S. 52, Mufti Sifatı)  (İbn-i Abidin) bu sözüyle (Mücteba) kitabı da, sahipleri bir olmak itibariyle (Gunye) gibi olması icab ettiğini,   şayan-ı itimad bir kitab olmadığını anlatmış oluyor. (Tarikat-i Muhammediyye) de (Öyle her kitabın söziyle amel caiz olmadağı gibi ulema kıyafetinde bulunan her adamın söziyle de amel caiz değildir) sözünü şerh ederken (Şarihi Berika) diyor ki, mesela: rivayeti zaiiflikle meşhur olan (Gunye) kitabiyle amel caiz değildir. Bahusus bunun sahibi Mütezili Elmezhebdir. Yani ehl-i sünnet velcemaat mezhebinden değildir, diyor. (99) (Berika, C. 2, S. 104)

         Tabakat-i fukaha hakkında yazılmış kitablardan (Elfevaidül behiyye fi teracüm elhanefiyye) kitabında (İbn-i Vehban) dan ve daha başka kitablardan naklen: (zahidi), “İtikadda, Mutezilidir ve füruda hanefidir”. Bunun kitablarındaki mesail sair kitablardaki mesaile mutabık çıkmazsa muteber değildir. Çünkü bu adam yaş dememiş, kuru dememiş ne bulduysa kitabına doldurmuştur, diyor. (100) (Elfevaidulbehiyy fi teracum El Hanefiyye, S. 212)

         Velhasıl bazı müteahhirinin teravih hakkındaki bu sözlerinin müellifler içinden beğenenler, (Zahidi) ile (Bahr) kitabının sahibi olduğu teayyün etmiş oluyor. Bunların delilleri, sözlerinin içinden anlaşıldığına göre yine (Zahidi) nin (Mücteba) kitabında rivayet olunan Hasenin İmam-ı Azamdan naklen söylediği sözdür, yani: (İmam-ı Azam, bir adam farz namazda fatihadan sonra üç ayet okursa iyi yapmış olur, isaet etmiş de olmaz) sözüdür. Halbuki bu söz, bunda kerahet-i tenzihiyye olmadığını ifade eder bir söz değildir, bilakis kerahet-i tenzihiyye bulunduğunu teyid eder bir sözdür. Yukarıda tafsil edildiği veçhile (İbn-i Abidin) bu söze cevab vermişti. Hasenin bu sözünde bizim sözümüze münafi bir şey yoktur. Biz üç ayet okumakta kerahet-i tenzihiyye var diyoruz, Hasen de kerahet-i tenzihiyyeden fazla bir kerahet yoktur, diyor. Binaenaleyh bizim iddia ettiğimiz kerahet-i tenzihiyyeyi nefyetmiş olmuyor deyip isaet kelimesinin fukaha arasında kerahet-i tenzihiyyeden fazla bir kerahet manasında müstamel bir kelime olmadığını nakillerle isbat etmişti. (17) ve (18)

         Şu halde bu sözün manası üç ayet okumak her ne kadar sünnete muhalif olduğu için tenzihen mekruh oluyorsa da bu kadarla kıraetin vacib miktarı eda edilmiş olacağından bunda fazla bir kerahet yoktur demek oluyor. Binaenaleyh bu dellileri zayıftır. Ve üç ayet okumakta kerahet-i tenzihiyye bulunduğu yukarıda birçok nakillerle isbat edilmişti. Eğer İmam-ı Azamın bu sözü kerahet-i tenzihiyyede olmadığını ifade eder bir söz olsa idi Hanefi mezhebi üzere mesaili takrir eyleyen bu kadar kitablar bunun mekruhluğunda ittfak edemezlerdi ve bunun böyle olduğunu teyid edecek kendi sözleri bile vardır.

         (Münteha) kitabında (Bahr) den naklen: fatihadan sonra (Mufassal) tabir olunan surelerden başkasını okumak hilaf-ı sünnettir diyordu ve (Zahidi) nin de buna riayet hususunda imam ile yalnız kılanların farkı yoktur, hepsi mükelleftirler dediğini de söylüyor. (35) ve (60) ve yine kendileri terk-i sünnetin günah olduğunu da söylüyorlar. Ezcümle (Zahidi) (Şifa) şerhinde abdestte mazmaza ve istinşak sünnettir, bunları terkeden günahkardır diyordu. (102) (İbni Abidin C. 1, S. 86)  ve yine (Zahidi)  (Gunye) sinde abdestte kaplama mesh, yani başının her tarafını meshetmek sünnettir, bunun terkine devam eden günahkardır, diyordu. (48)

         (Bahr) kitabı da: terki günah olmak hususunda vacib ile sünnetin farkı yoktur, herhangisi terkedilirse günahtır, diyordu. (80) Ve yine (Bahr) kitabı sünneti terketmenin ne zararı var. Bundan ne çıkar demek eliyazu billah hatar-ı azimdir diyordu. (91) Ve yine (Bahr) kitabı: İmam cemaate ağır gelmiyecek ve hafif gelecek kadar okumaladır sözü matlub olan miktar tamam olduktan sonraya ait bir sözdür, diyordu. (67) Ve bu sözünden maksadı; sünnet mikdarının hududuna girdikten sonra o ; sünnet olan surelerin içinden hafifini okumak için düşünebileceği bir şeydir demek istediği kendi sözleriyle yukarıda isbat edilmiştir. (İbn-i Abidin) de : Bu sözünden muradı da bu olduğunu tasrih ediyordu. Hatta sünnetin terki günahtır ve inkarı hatar-i azimdir demesi de sünnet miktadarına riayet edilmedikçe matlub olan kıraet tamam olmayacağını murad ettiğini teyid etmektedir.

         Demek oluyor ki üç ayet okumak sünnete muhalif olduğundan mekruh hatta günah bile olduğunu kendileri de ikrar etmiş oluyorlar. Binaenaleyh Hasen’in rivayetini ileri sürmekten maksatları zahirinden anlaşıldığı gibi değildir. O halde bu rivayeti ileri sürmekten maksatları şu olabilir ki üç ayet okumakla kıraetin vacib mikdarı eda edilmiş olup, yalnız kerahet-i tahrimiyyeden kurtulmuş olacağına delil göstermekten ibarettir. Yoksa tenzihen de mekruh olmadığını iddia etmek değildir. Hatta ahalinin tenbelliği ve bu yüzden camiilerin kapalı kalacağı tehlikesini  ileri sürmeleri de maksatları bu olduğunu teyid etmektedir. Eğer bunda kerahet-i tenzihiyye dahi yok demek isteseler idi bu sözleri söylemeğe lüzum yoktu ve bilhassa (Bahr) in şu sözü de maksatları bu olduğunu daha açık surette göstermektedir. (Bahr) diyor ki : Teravihte hatmin sünnet olduğu mezhebimizce tahakkuk etmiş bir meseledir. Lakin hatm yüzünden cemaate nefret gelip dağılacakları ve camilerin kapalı kalacağı tahakkuk ederse hatmi terketmemek de lazım gelmez, diyor. (103) (İbni Abidin, C. 1, S. 522 Teravih bahsi)

         Binaenaleyh üç ayet okumak sünnete muhalif olduğunu bu söziyle ve sünnete muhalefetin mekruh ve günah olduğunu da yukarıdaki sözleriyle ikrar etmiş olduğundan bunda hiç kerahet olmadığı iddiasında bulunmadıkları kendilerinin sözleriyle de sabit olmuştur. Camilerin kapalı kalacağı tehlikesini de yalnız teravihte görüp beş vakit namazda böyle bir tehlike görmediklerinden orada sünnet mikdarının terkine rıza göstermiş olmuyorlar. Hatta (İbn-i Abidin) de : Bunların bu sözleri teravihe mahsustur. Beş vakit namaza şümulü yoktur. Farz namazlarda sünnet veçhile okumamak mekruh olduğunda bunlar da müttefiktirler. Dikkat etmelidir, yanlış anlamamalıdır demişti. (104) (İbni Abidin C. 1, S. 522 Teravih bahsi)  Hatta (Bahr) in şu sözü bunu daha iyi izah etmektedir : (Bahr) demişti ki : İmamın; cemaatin haline riayet edebilmesi sünnet miktadırının hududuna girdikten sonraya ait bir meseledir, yoksa iş bazı imamların anladığı gibi yani sabah namazında kısa sureleri okudukları gibi değildir, demişti. (61)

         Bu sözlerin zahirinden beş vakit namazda böyle hilaf-ı sünnet okumak mekruh değil zannedip de böyle kılanlar sahibsiz bir hataya sahib olmuş oluyorlar. Yani ulemadan hiçbirinin söylemediği bir sözü ulema sözü zanniyle amel edip gidiyorlar.

          Gelelim teravihde bu kerahet nasıl kalkıyormuş : (Cemaate nefret gelip dağılacak ve camiler kapalı kalacak olursa) diyorlardı, acaba bu nefret nereden ileri geliyor şimdi bunu tetkik edelim. Teravihi hatm ile kılmakta, hakikaten insanların tahammül edemiyeceği bir güçlük var da ondan mı ileri geliyor? Yoksa cemaatin tenbelliğinden mi ileri geliyor: Eğer bunda hakikaten bir güçlük olsa idi şeriat bizi bununla mükellef tutmazdı. Müslümanlar buna itikad etmişlerdi ki dinde güçlük yoktur ve insanların gücü yetmiyeceği şeyleri Allah teklif etmez. Ahkam-ı şeriyyenin hiçbiri zor değildir. Bilakis canı isteyenler için hepsi kolay ve zevklidir. Binaenaleyh hatm ile kılmakta bir güçlük yoktur. Eğer bu nefret cemaatin tenbelleğinden ileri geliyorsa bu da şer’an bir mazeret olamaz. Çünkü esasen tenbellik demek canı istemediği için bir işi terketmek demek olup, ahkam-ı şer’iyye ise canı istemekle mukayyet olmadığı yukarıda beyan edilmişti ki ahkam-ı şer’iyye : eğer insanların canları isterse yapsınlar istemezse yapmasınlar. Ortada mesuliyet yoktur diye varid olmamıştır, bilakis ister ve istemez diye varid olmuştur.  Binaenaleyh ; tenbelliğinden, canı istemediğinden hatmi terkedenler kerahetten ve günahtan katiyyen kurtulamazlar. Yukarıda tafsil edildiği veçhile ulema, umumiyetle bunu açıktan söylüyorlar, teravihte hatm sünnet-tir. Cemaatin tenbelliği için terkedilemez diyorlar.

         O halde (Zahidi) nin ve (Bahr) kitabının bu sözleri ulemanın umumuna muhalif bulunuyor. Hatta tenbelliğin şer’an özür olamıyacağını (Bahr) kitabı kendisi de ikrar ediyor. Diyor ki; teravihte bir adam imam kıyamda iken kendisi oturup da imam rüku edeceği zaman kalkarak rükuu  kıyamda yapacak olursa mekruh olur, zira bu hareketiyle namazda tenbellik göstermiş ve bu suretle münafıklara benzemiş oluyor. Çünkü Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde münafıkların namaza kalkarken aldıkları vaziyeti tenbellere teşbih etmek suretiyle terzil etmiştir. Namaza kalkarken tenbel tenbel kalkarlar buyurmuştur diyor. (Hilye) kitabı da bunun üzerine diyor ki (Bahr) kitabı bu söziyle bize şunu anlatmış oluyor ki bir adam bunu tenbelliğinden yaparsa mekruhtur, eğer tenbelliğinden değil de ihtiyarlık gibi bir mazerete binaen yaparsa mekruh olmaz demiş oluyor, diyor. (105) (İbni Abidin C. 1, S. 522 Teravih bihsi) Demek ki (Bahr) kitabı da tenbelliğin bir kıymet-i şer’iyyesi olmadığını ve tenbelliğe binaen yapılan şeylerin affolamıyacağını kendisi de bilir ve öyle de öğretmiş oluyor. Şu halde bunların bu sözü söylemekten maksatları yine zahirinden anlaşıldığı gibi değildir. Tenbelliğinden hatmi terk edenlerin ve cemaatin tenbelliğine binaen hatmi terk eden imamın kerahetten ve günahtan kurtulacağını iddia etmiş olmuyorlar, bilakis kurtulamıyacaklarını tasrih bile etmiş oluyorlar. Çünkü ; tenbelliğin mazeret olamıyacağını, ve bilakis mucib-i töhmet bir ahlak olduğunu açıktan kendileri söylemişlerdir. Başka ne kalmıştır.

         O halde bunların bu sözleri söylemekten maksatları yalnız şu olsa gerektir. Ahalinin tenbelliği yüzünden : Şeair-i islamiyyeden olan teravihi, cemaatle kılmak sünneti unutulacak ve harita-i islamdan silinecek ve böyle kaybolmuş bir sünneti sonra ihya etmek müşkül olacağı tabii bulunduğundan işi o dereceye vardırmamak için imam ahalinin istediği gibi kıldıracak olursa meşru bir maslahata mebni olduğu için Cenab-ı Allahın yanında kendisi mazur olur, camileri kapalı kalmaktan kurtardığı için Allah onu affeder demek istiyorlar. Sözlerini bu manaya hasr etmekten başka çare kalmamıştır.

         Görülüyor ki sözlerinin her tarafını kendileri baltalamışlardır. İmam kurtulacak; ama ahalinin namazı ne olacak denecek olursa, esasen bu söz cami’e hiç gelmiyecek tenbeller için, cami’ler kapanacak korkusiyle söylenmiş bir sözdür, hiç gelmediklerinde ne olacaksa, geldiklerinde yine o olacaktır. Hatta yukarıda beyan edildiği veçhile (Berika) kitabı da bunu tasrih ediyor, farzedelim ki bu sözler cemaatin hatmi zorunsadıkları için imamı kerahetten kurtarmış olsun lakin hatmi zorunsuyan cemaatin hali ne olacak? Bu sözlerin içinde onları kurtaracak bir şey yoktur diyordu. (55) Demek oluyor ki bu gürültüler hep imamı kurtarmak için imiş, yani ; iş; teravihi cemaatle kılmak sünneti zamanımızda zayi olmasın bizden sonra gelenlere devir ve teslim edebilmek maksadına mebni (Geliniz istediğiniz gibi kıldırayım) dese de hatmi terketse yalnız imam kendisi kerahetten, mesuliyetten kurtulur demeğe vermış dayanmıştır. Eğer cemaat hakikat mesele bundan ibaret olduğunu bilseler idi bu söze katiyyen sahib olmazlardı. Bunlar bir sünneti muhafaza edeceğiz derken daha mühim bir sünnet amelen zayi olduğu gibi itikaden de zayi olup, gidiyor.

         Şimdi teravihte hatmin sünnet olduğunu bilir kaç adam kalmıştır. Evvel camie gelen kalmamış olsa idi bile hiç olmazsa dağda ve bağda doğru bir teravih kılmak isteyen olurdu. Kendi başına hatm ile yahut hatm makamına kaim olacak bir suretle bari kılardı. Şimdi bilen kalmadı ki kılan kalsın. Bakalım imam kendisi kurtulabilecek midir? Eğer kendisine iktida edecek bir tane cemaat bulmak imkanı varsa hatmi yine terkedemez. Ederse yine kurtulamaz. Çünkü esasen teravih namazını cemaatle kılmak kifaye-i sünnettir. Bir mahallede bir camide yahut koca bir memleket içinde bir camide iki adam cemaatle kılsa sünnet yerini bulmuş olur. Diğerleri de cemaatle kılmak borcundan kurtulmuş olurlar, sünnet-i kifayenin hükmü budur. Eğer imam bir memlekette hatm ile yahut hatm makamına kaim on ayetli surelerle kılacak bir adam dahi bulumazsa ve kendi emrine tabi bir çocuğu dahi yok ise bunların sözüne göre o zaman kurtulacaktır. Bunun sebebi de cemaatten hiçbirisi hatm ile yahut hatm miktarı ile kılmak istemezse imam cemaat bulamaz, acizdir. İşte bu acze binaen teravihi cemaatle kılmak sünnetinin zayi olacağı tahakkuk etmiş oluyor. Bu sünneti zayi etmemek ve  harita-i islamdan silinmek ihtimaline meydan vermemek için hatm sünnetinden vazgeçip cemaat bulmak için hatmsiz kıldırabilir imiş, lakin cemaat hatm ile kılmak ister de imam istemesze cemaat o imama uymaz, uyarsa kerahetten kurtulamaz. Çünkü  cemaat imam bulmaktan aciz değildir, hiç bulumazsa birbirine imam olurlar, hatm  ile kılmağa muktedir değillerse hatm makamına kaim olacak on ayetli sure ile kılarlar. Böyle bir sure de bilmezler ise kısa iki sureyi cem’eder, yine kılarlar. Cemaatle kılmak sünnetini yerine getirmek için cemaatte acz yoktur. Bunun için afolunmazlar.

         Herhalde cemaat için hatm ile yahut hatm makamına kaim olacak miktar ile kılmadan başka çare yoktur. İşte takib ettikleri bu esası anlatmak için (Bahr) kitabı yine diyor ki eğer imam teravihi hatm ile kıldırmıyacak olursa cemaat ona iktida etmez. Hatm ile kıldıranı arar bulur, onunla kılar diyor. (106) ( Muhteha S. 85, Teravih Bahsi)

         İşte (Bahr) kitabı da, bütün bu sözler, cemaati kerahetten günahtan kurtarmak için olmayıp teravihi cemaatle kılmak sünneti harita-i islamdan silinecek korkusiyle bir tek imamı kurtarmak için söylenmiş sözler olduğunu bu söziyle bütün ortaya atmıştır. Hatm ile kılacak bir tane cemaat bulmaktan aciz kaldığı tahakuk eden imam, cemaat bulmak için hatmi terk ettiğinde bakalım kurtulabilecek midir? Evvelemirde bir tane cemaat bulmaktan aciz kaldığı kabul edilecek bir söz değildir. Biz biliyoruz ki küçüklüğümüzdeki diyanete rağbet şimdikinden fazla idi ve o zaman babalarımız da söylerdi ki küçüklüğümüzdeki dine rağbet şimdikinden iyi idi ve babalarının da kendilerine öyle söylediklerini söylerlerdi. Tarihen de malum ve mütevatirdir ki evvelki zamanların hepsi diyanet noktasından bu zamandan iyi idi. Biz bu zamanda bunların dediği gibi bir hal göremiyoruz ki daha evvel böyle bir hal mevcut olsun. Bu bir vehimden ibarettir.

         Esasen en kısa üçer ayetle kılındığında yirmi rekatta altmış ayet okunmuş olacaktır. Bu altmış kısa ayet şimdiki imamların okunduğu bir süratle okunduğunda tam iki dakikada bitiyor. (Amme Yetesaelun) suresi kırk ayettir. Bu sure bir defa tamam okunsa bir de yarısı okunsa altmış ayeti okunmuş olur. Tam iki dakikada biter. (Elemtere) den aşağı kısa sureler okunduğunda tam iki buçuk dakikada bitiyor. Arada yarım dakika bir fark vardır. Mamafih bunun ikisi ile de matlub hasıl olmaz. Bunlar ne hatm olur ne de hatm makamına kaim olur. Hilaf-ı sünnettir, mekruhtur, günahtır. Eğer hatm makamına kaim olacak on kısa ayetli sureler mesela (Vedduha), (Vel’adiyat) sureleri okunacak olursa bunların okunması beş dakikada bitiyor. Bu  iki sureyi bir sayarak maruf olan süratle on defa okumak suretiyle tecrübe edilebilir. Üç kısa ayet okumakla bunun arasında üç dakika bir fark vardır. Fakat bu kadarla namaz, yine bir namaz olur, kerahetten, günahtan, kurtulunur. Eğer Kur’an-ı Kerimi baştan başa okumak suretiyle bir hatm yapılacak olursa her rekatte bir sahifeden yirmi rekatte yirmi sahife okunacaktır. Bu yirmi sahife de tam on beş dakikida bitiyor. İki sahife bir buçuk dakikada bitince yirmi sahife de on beş dakikada bitmek lazım gelir. Üçer ayet okumakla tam bir hatm yapmak arasında on üç dakika bir fark vardır.

         Teravih kılmak maksadiyle cami’e gelen bir adam namazının boşa gideceğini üstesine bir de günahkar olacağını ve teravih namazı esasen sünnet olup, başlayıp da böyle kıldığı için o namazı yeniden kılmak borcuna girerek çıkıp gideceğini bilse on üç dikika yahut üç dakiki bir fark için ben buna tahammül edemem ve böyle namazı kılamam diyip de ayakkabısını alıp tamamen çıkıp gidecekleri : İmam kendi başına kalacağı tasavvur olunur bir şey değildir. Degil hepsi, bir tanesi bine hatta en cahili, en fasıkı bile bunu yapmaz. Şimdi böyle olduğu gibi kıyamete kadar da böyledir. Namazı hiç kılmaz o başka, cami’e namaz kılmak için değil de söz çoğaltmak ve müslümanların işini karıştırmak için gelir. O da başka, lakin hakikaten namaz kılmak ve Cenab-ı Rabbilalemine vazife-i ubudiyyetini ifa etmek için cami’e gelen bir adam bunu yapamaz. İmim efendi cemaate işin hakikatini anlatsa, geliniz şu üç dakikayı aramayınız da onar kısa ayetli sureler ile kılalım, hem namazımız namaz olsun,  hem de günahtan kurtulalım dese acaba ne cevab alır. Biz biliyoruz ki cemaatin içinde iş karıştırmak niyetiyle gelen yok ise hepsi bir ağızdan imam efendi biz buraya namaz kılmak için geliyoruz, günah işlemeğe gelmiyoruz. Doğrusu nasıl ise bize öyle kıldır diyecekleri şüphesizdir.

         Şu halde bazı müteahhirinin eğer teravih hatm ile yahut hatm makamına kaim olan mikdar ile kılınacak olusa cemaat dağılacak, camiler kapanacak, teravihi cemaatle kılmak sünneti bütün muattal olacak sözlerinin ne dereceye kadar değerli olduğunu takdir etmek müslüman cemaate bırakılmıştır. Onlar hükmünü versinler. Cami’den on üç dakika yahut üç dakika sonra çıkmak için evvelce kılmak istediği bir namazdan vazgeçer de çıkar gider mi, bilfarz ki gitsinler, hepsi mi giderler, bir tanesi kalmayıncaya kadar mı giderler, koca bir memleketin içinde cami’lerin, mescidlerin hiçbirinde, bir tane kalmayıncaya kadar mı giderler. Herkes kendini de bilir, içinde doğup büyüdüğü ahalisini de bilir hükmünü versinler. Farzedelim ki böyle de olur. Yani üç dakika için bütün ahali namazdan vazgeçecek, bütün camiler kapanacaktır. Böyle olduğunda imam yine hatmi veya hatm mikdarını terkederek hilaf-ı sünnet kıldıramaz. Kıldırırsa cemaatin kurtulamadığı gibi kendi de günahtan kurtulamaz. Çünkü teravihde hatm aynen sünnet-i müekkededir. Yani herken böyle kılmakla mükelleftir. Bazı kimselerin hatmle kılmasiyle öbürleri kurtulamaz. Teravihi cemaatle kılmak ise kifayeten sünnet-i müekkededir. (107) (İbni Abidin, C. 1, S. 520 Teravih Bahsi)

         Yani içlerinden birkaç tanesi camiin birinde kılıyorsalar, öbürlerinden cemaatle kılmak borcu sakıt olur, onlar da istediği yerde kendi başlarına kılabilirler. Farzların da böyle farz-ı aynleri var. Farz-ı kifayeleri var. Vaciblerin de keza cavib-i aynleri var,   vacib-i kifayeleri var. (İbn-i Abidin) diyor ki farz-ı ayn farzı kifayeden efdaldir. Zira bu, şahsa ait bir borçtur, her fert onu işlemekle mükelleftir. Böyle şahsa ait olan borç, umuma ait olan borçtan ağır olur, ağır olan da efdal olur. Amma farz-ı kifaye böyle değildir. Bu umuma ait bir borçdur. Bazı kimselerin yapması ile diğerlerinden sakıt olur. Ve böyle umuma ait  olan borç şahsa ait olandan hafif olur. Hafif olan da ehven olur. Binaenaleyh farz-ı ayn, farz-ı kifayeden efdaldir. Her ne kadar farz-ı kifaye farz-ı aynden efdaldir diyenler de olmuşsa da asıl şayan-ı itimad olan söz evvelkisidir, ikincisi zaiftir, demiştir. (108) (İbni Abidin, C. 1, S. 32 )

         Binaenaleyh nasıl ki farz-ı ayn farz-ı kifayeden efdal ise sebebleri beyan edilmiş ve bu nakta da diğerleri de müttehid bulunmuş olduğundan vacib-i ayn ile vacib-i kifaye de böyle olmak ve sünnet-i ayn ile sünnet-i kifaye de böyle olmak icab eder. Yani aynen sünnet olan, kifayeten sünnet olandan efdaldir. Ve bunun aksi zaiftir demek icab eder.